Mehmet Akif Ersoy Evi

 
İstiklal Marşı Söz Yazarı ve Edebiyatçı

Merhum Mehmet Akif Ersoy; Osmanlı nufüs kayıtlarında ve günümüz Cumhuriyet kayıtlarına ulaşılan Mernis sistemi üzerindeki bilgilere göre doÄŸum tarihi ve yeri hiç ÅŸüphesiz 1 Temmuz 1873 Bayramiç’dir. Prof. Dr. Kaya Bilgegil’in BaÅŸkanlık ArÅŸivi, Sicil-i Ahval Defteri kayıtlarından çıkarıp yayımladığı bilgelere göre, Akif bilinenin aksine İstanbul da deÄŸil ‘Kal’a-i Sultaniye sancağına mülhak,Bayramiç Kasabasında doÄŸmuÅŸtur.

Sicil-i Ahval Defterindeki kayıt aynen ÅŸöyledir. “Mehmet Akif Efendi Fatih Dersiamlarından İpekli Tahir Efendinin Mahdumudur.1290 sene-i hicriyesinde sene-i maliye1289 Kal’a-i Sultaniye sancağına mülhak Bayramiç kasabasında muharrerdir.” (Bkz. Necati Birinci Akif’in Hayatı Eserleri Türk Edebiyat Dergisi Akif Özel Sayısı Sayı 158 Aralık 1986 s.70). Ahmet Beyler halen saÄŸ ve İstanbul’da yaÅŸamaktadırlar.

Mehmet Akif’in Arnavut babası Tahir Efendinin 1873 ile 1877 yılları arasında Bayramiç Karşıyaka Caminde imam hatiplik yaptığı bilinmektedir. Sonraki yıllarda ise devrin en itibarlı medresesi olan Fatih Medreselerinden baÅŸ müderrisliÄŸe kadar yükselip bu medresede üniversite hocalığı yapmıştır. Medreselerin tatile ayrıldığı ramazan aylarında ise eski görev yeri olan Bayramiç’e gelip buradaki Karşıyaka Caminde halkı irÅŸat ettiÄŸi ve mukabele okuduÄŸu, oÄŸlu Mehmet Akif’in de ilk mukabeleyi Kur’an’dan sahifeler ezberleyerek Karşıyaka caminde okuduÄŸu ve bu suretle hafızlığa da Bayramiç’te baÅŸladığı yazılı hatıratlardan naklen bilinmektedir. Babası Arnavut olan Mehmet Akif’in, Buharalı Mehmet Efendi’nin kızı olan annesi Emin Åžerif Hanım ise Türktür. İstanbul’un Fatih Semti gibi muhafazakâr bir semtte temiz bir ailenin çocuÄŸu olan yetiÅŸen Akif’in, ailesi ve ilk çevresinden aldığı terbiye onun eÄŸitim hayatı ile tamamlanmış, ÅŸairin hayatı boyunca İslam’ın, ülkesinin ve insanlığın iyiliÄŸi için çalışan biri olmasında katkıda bulunmuÅŸtur.

İlkokulda okurken babası Mehmet Akif’e Arapça öÄŸretir. Ortaokulda okurken Fatih Camii’nde farsça dersler veren Esad Dede’yi takip eder. Fransızca ve Türkçe’de de akranlarından ileri olan Akif’in dil konusunda özel bir yeteneÄŸi vardır. Yine ortaokul döneminde Mehmet Akif ÅŸiire merak salar ve bazı manzumeler yazar. Dindar ve ileri görüÅŸlü bir insan olan babasının desteÄŸi ile Mehmet Akif, 1885 yılında Mülkiye Mektebine baÅŸlar. Ancak 1888 yılında babasının vefatı ve ardından ailenin tek mal varlığı olan evlerinin yanması nedeniyle maddi, manevi sıkıntıya düÅŸer.

Mehmet Akif, Mülkiye Mektebini bırakıp mezunlarına hemen iÅŸ imkânı veren Halkalı Baytar Mektebine kaydolur. Mektep yıllarında sporla meÅŸgul olan Akif, eÄŸitimi süresince de ÅŸiirle ilgilenmeye devam eder. 1893 yılında Halkalı Baytar Mektebini birincilikle bitirir.

Mehmet Akif’in yakın dostu olan ÅŸair Mithat Cemal Kuntay Akif’in muhafazakâr ancak ileri görüÅŸlü olan ailesinden edindiÄŸi ve üniversitede yıllarında aldığı pozitivist eÄŸitimi nasıl bir araya getirdiÄŸini ÅŸöyle ifade etmiÅŸtir:

“Sarı Nasuh mahallesindeki manevi evde yetiÅŸen çocuk müspet ilimle bu mektepte olanca hızıyla çalışıyor; kimya tahlillerinden çıkıp,nebatat laboratuvarına giriyor, toprağın altını üstünü okuyor, yerden bıkınca mektebin rasathanesine tırmanıyordu. Fakat esrarengiz gökyüzünden de bıkıyor ve tatil günleri Kur’an sesiyle dolu olan evine koÅŸarak gidiyordu. Çoktan ölen babasının Kur’an sesiyle dolu olan küçük eve… Paris’te okuyan hekim Rıfat PaÅŸa Pastör Enstitüsü’nden İstanbul’a mikrop kültürü getirmiÅŸti. Mehmet Akif ne Baytar Mektebi’nin camiine beÅŸ vakit gitmek ne de mektebin laboratuvarına koÅŸmak için zorlanmaya muhtaç deÄŸildi. Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi imamı Mustafa’nın arkasında da Pastör’ün huzurunda da aynı imanla duruyordu; ancak aynı heyecanla deÄŸil..”

 

Mezuniyetinin ardından memuriyet hayatına baÅŸlayan ve Anadolu, Rumeli ve Åžam bölgelerinde görev yapan Mehmet Akif, 1898’de Tophane Amiri Veznedarı Mehmet Emin Bey’in kızı İsmet Hanım’la evlenir. Kibar bir İstanbul hanımefendisi olan İsmet Hanımla Mehmet Akif’in evliliÄŸinden üç kız ve üç erkek çocuÄŸu dünyaya gelir. Derin bir entelektüel merakı ve birikimi olan Mehmet Akif, DoÄŸu ve Batı edebiyatını, aynı zamanda okumuÅŸtur.Türkçeye olan hâkimiyetinin yanında, Arapçayı, Farsçayı ve Fransızcayı ana dili kadar iyi bilmesi Akif’i fikri ve edebi yönden zengin, realist bir aydın haline getirmiÅŸti. İlk ÅŸiirlerini okul hayatı sırasında yazan Mehmet Akif, baytar müfettiÅŸi olarak Anadolu ve Rumeli’de deÄŸiÅŸik yerlerde göreve yaparken de yine ÅŸiirle uÄŸraÅŸmaya devam etmiÅŸti. DoÄŸu ve Batı edebi ve fen bilgilerine hâkimiyeti ve kültürel birikimine raÄŸmen, Mehmet Akif, mescitlerde mukabele okuyacak, camilerde vaaz verebilecek kadar dini bilgiye sahip ve milli geleneklere de sadıktı. Mehmet Akif, Batının teknolojisini, ilmi geliÅŸmelerini almayı, manevi deÄŸerlerde ise İslam dininin gerekliliklerine göre yaÅŸamayı öngören, önderliÄŸini Cemaleddin Afgani (1838-1897) ve Muhammed Abduh’un (1848-1897) yaptığı İslamcılık akımına baÄŸlıydı. İslam birliÄŸi düÅŸüncesini savunan Sait Halim PaÅŸa (1865-192) da Mehmet Akif’in zihin dünyasını ÅŸekillendiren fikir adamlarından biriydi. Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun son dönemlerindeki toprak kayıpları ve yüzyıllardır bu topraklarda yaÅŸayan Türklerin sömürgeci güçler tarafından vatanlarından kopartılışı ÅŸairi derinden sarsmaktaydı. Bir dava adamı olan Akif, kurtuluÅŸu İslam birliÄŸinde görüyordu. Åžair özellikle Osmanlı İmparatorluÄŸu içindeki Müslüman toplulukların ayrılıkçı hareketlerini eleÅŸtiriyordu. Ona göre, İslam ümmeti sömürgeci devletlere karşı birlik içinde hareket etmeliydi.

23 Temmuz 1908 tarihinde, Osmanlı İmparatorluÄŸu’nda, ikinci kere MeÅŸrutiyet ilan edilir. MeÅŸrutiyet’in ilanına kadar gizli biçimde örgütlenen ve özgürlük için çaba gösteren İttihat ve Terakki Partisi, MeÅŸrutiyet’in ilanından sonra siyasi hareketlerini açıktan yürütmeye ve Partiye üye kaydetmeye baÅŸlar. Parti liderleri İslam’a uygun hürriyet getireceklerini, vatan topraklarını koruyacaklarını, orduyu, eÄŸitimi ıslah edeceklerini siyasi söylemlerinde dile getirirler. Sultan II. Abdülhamit döneminde hüküm süren istibdat ortamında, özgürlüklerin kısıtlanmasına yürekten karşı çıkan Akif de 1908 yılında, MeÅŸrutiyet’in ilanının ardından İttihat ve Terakki Partisi’ne katılır. Akif, Partinin halkı eÄŸitim ve irÅŸat faaliyetlerinde görev almaya baÅŸlar. Mehmet Akif’in İttihat ve Terakki Partisi üyeliÄŸi ile alakalı olarak onu farklı kılan unsur, Parti’ye üyelik yemininde bulunan Cemiyet’in bütün emirlerine kayıtsız ÅŸartsız itaat ilkesini kabul etmemiÅŸ, “ben cemiyetin yalnız emr-i maarufuna biat ederim” demiÅŸ olmasıdır. Parti üyeliÄŸini konum ve itibar kazanmak için düÅŸünmediÄŸi anlaşılan, yayınlanmış ÅŸiirleri partililer tarafından bilinen ve takdir edilen Akif’in, İttihat ve Terakki Partisi üyelik yeminini istediÄŸi gibi yapmasına izin verilmiÅŸtir. MeÅŸrutiyet’in ilanından sonra, Mehmet Akif dava ve sanat adamı olarak önemli bir rol oynamıştır. İstibdat Dönemi’nde yazıp da yayınlayamadığı ÅŸiirlerini, MeÅŸrutiyetin ilanından bir ay sonra yayın hayatına baÅŸlayan ve sonradan SebilürreÅŸad adını alan Sırat-ı Müstakim dergisinde yayınlamaya baÅŸlar. Dergi Manastırlı İsmail Hakkı, Ahmet Naim Bey, AbdürreÅŸit İbrahim Efendi, Hasan Basri Bey gibi İslamcılarla; Ahmet AÄŸaoÄŸlu, Mithat Cemal, Ethem Nejat Bey gibi Türkçülerin bir araya geldiÄŸi bir ortamdı. Sırat-ı Müstakim Dergisi, Kırım’dan Balkanlara, hatta Hindistan’a kadar dağıtılıyor, tüm İslam âlemine İstanbul’dan haberler veriyordu. Mehmet Akif de dergide Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh gibi düÅŸünürlerin eserlerini çeviriyor, nazım ve nesir konusunda yayınlar yapıyordu. İranlı ÅŸairler Hafız, Sadi’den, Fransız Lamartine’e, Alexander Dumas Fils’e; İngiliz Sheakespeare, Lord Byron ve Milton’a kadar pek çok sanatçıyı bilen ve eserlerini takip eden Akif, makalelerine Gülistan adlı eserin müellifi Sadi müstearı ile imza atıyordu. Ünlü kitabı Safahat’ı 1911’de, ikinci kitabı Süleymaniye Kürsüsünde’yi 1912’de üçüncü kitabı Hakkın Sesleri ve dördüncü kitabı Fatih Kürsüsü’ndeyi 1913’te, beÅŸinci kitabı Hatıralar’ı 1917 yılında yayınlamıştı. Mehmet Akif, eserlerinde Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun kaybettiÄŸi topraklar için milleti uyanmaya, düÅŸmanların saldırıları karşısında birleÅŸmeye çağırmış, sanatını bir anlamda toplumun emrine vermiÅŸti.

Yazılarında baskı rejimini yeren, özgürlüÄŸü öven, İstanbul’daki toplumsal durumu tasvir eden Akif, kısa zamanda derginin baÅŸyazarı olarak atanmıştı. Akif’in Türk- İslam âleminde, özellikle de Çarlık Rusyası’ndaki Müslüman yazarlar arasında haklı bir ÅŸöhreti vardı. AÄŸaoÄŸlu Ahmet Bey, Yusuf Akçora, İsmail Gaspıralı, Ayaz İshaki gibi yazarlar Mehmet Akif’in aracılığı ile dergide yazılarını yayınlıyorlardı. Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun son dönemlerinde, hürriyet kavramına slogan ya da isyan olarak yaklaÅŸan pek çoklarının aksine Mehmet Akif için bu kavram bir idealdi. Akif, hürriyeti sadece ilan etmenin yeterli olmadığına, halkın bu fikri hazmetmesi gerektiÄŸine de inanıyordu. Åžiirlerinin pek çoÄŸunda baskıcı idarecileri eleÅŸtiriyordu. Yönetime geldikten kısa süre sonra İttihat ve Terakki Partisi’nin de hürriyet idealinden uzaklaÅŸarak halka zulmettiÄŸine ÅŸahit olan Akif, Partiye olan inancını kaybetmeye baÅŸlamıştı. SebilürreÅŸad "dergisinin ofisinde bir gün arkadaÅŸları ile beraber çalışıyorken yazılarında dikkatli olması ileri gitmemesi hususunda Dâhiliye Nezaretinden kendisini uyarmak için gelen görevlilere, gidiÅŸat aynı ile devam ettiÄŸi sürece kendilerinin susmayacağını, kimseden korkusunun olmadığını söylemiÅŸti. Hakikatte, İttihat ve Terakki Partisi’nin Åžehzadebaşı’ndaki yerinde verdiÄŸi Arapça dersleriyle sınırlı olan bağını kopartmıştı. Ülkede zor zamanlar yaÅŸanmaktaydı: savaÅŸlar sürerken 23 Ocak 1913 tarihinde İttihatçı subaylar Bab-ı Ali Baskını adı verilen hükümet darbesi gerçekleÅŸtirmiÅŸ, baskın esnasında da Harbiye Nazırı Nazım PaÅŸa’yı öldürmüÅŸlerdi. İstanbul’da tam bir kargaÅŸa ortamı yaÅŸanmaktaydı: tutuklamalar, idamlar, cinayetler birbirini izliyordu. Balkan SavaÅŸlarının kaybedilmesi ve 550 yıldır Türk Yurdu olan Rumeli’nin elden çıkması millet üzerinde derin bir iz bırakmıştı. Bu hal, derin bir teessür yaÅŸayan Mehmet Akif’in de yazılarına yansımıştı. Mehmet Akif, Balkan SavaÅŸları sırasında kurulan ve KurtuluÅŸ Savaşı esnasında Milli Mücadele’nin teÅŸkilatlanmasında önemli rol alacak olan Müdafaa-i Milliye Cemiyetine baÄŸlı Heyet-i Tenviriyye’ye (İrÅŸat Heyeti) katılır. Heyetin amacı halkı düÅŸman iÅŸgaline karşı edebiyat yolu ile uyandırmaktır. Akif, heyette Abdülhak Hamid, Recaizade Mahmud Ekrem, Süleyman Nazif, Hüseyin Cahit Yalçın, Cenap Åžehabettin ve Hüseyin Kazım Kadri gibi isimlerle birlikte çalışır. Halkı bilgilendirmek için yazılar yazar konuÅŸmalar yapar.

Mehmet Akif, Osmanlı İmparatorluÄŸu’nu çöküntüye götüren sebepleri biraz da insanlar arasında yaygınlaÅŸmakta olan tembellik, yeis, ihtiras, tefrika gibi hislerde aramış, bu hissiyattan sıyrılıp ümit ve ittifak içerisinde birleÅŸip tek vücut haline gelinmesini kurtuluÅŸ için elzem kabul etmiÅŸti. Halkı birlik olmaya Akif ÅŸu sözleri ile davet etmiÅŸtir:

“Sizin felaketiniz: Tarumar olan ‘vahdet’; EÄŸer yürekleriniz aynı hisle çarparsa;
EÄŸer o his gibi tek bir de gayeniz varsa; DüÅŸer yine kalkarsınız emin olunuz!;
Demek ki birliÄŸi temin edince kurtuluruz. O halde vahdete hail ne varsa çiÄŸneyiniz! Bu ayrılık da neden? Bir deÄŸil mi her ÅŸeyiniz?”

Mehmet Akif, üzüntüyü gidermek, halkı birliÄŸe davet etmek ve orduya manevi destek vermek gibi konularda Beyazıt (2 Åžubat 1913), Fatih (7 Åžubat 1913), ve Süleymaniye (14 Åžubat 1913) Camilerinde vaazlar verir, halka hitap eder. Fatih Camii’ndeki vaazında ÅŸöyle seslenir:

“Dökülen kanlar, yakılan canlar, pay-ı mal edilen ırzlar, ayakl ar altına alınan namuslar, düÅŸman ayağı ile çiÄŸnenen yurtlar, sefaletleri nen müthiÅŸi içinde ölümü bekleyen dullar, yetimler, kadınlar o kadar çok, o kadar çok ki binde birini düÅŸünecek biri için çıldırmamak kabil deÄŸil.”

Akif aynı vaazda bu duruma sebep olarak şunu ifade eder:

“Bilakis ayrı ayrı hareket ederek memleketin her tarafında fesatlar çıkardık. Hükümet, ordu bu fitneleri bastırmaktan yoruldu, bitap düÅŸtü. Onlar da beynimize bindiler. Müslümanlar böyle müteferrikmi yaÅŸayacaktı? Hani müminler kardeÅŸti?..Aleyhissalatu vesellem Efendimiz buyuruyor ki dünyadaki müslümanların hepsi bir vücudun azaları gibidir. Birisi acıdığında diÄŸeri de acıyı duyacaktır.”

Balkan SavaÅŸları esnasında, özellikle, Osmanlı İmparatorluÄŸu’na isyan eden Müslümanları eleÅŸtirir Mehmet Akif. Yazılarıyla bir yandan halkı birlik olmaya davet ederken, muharip askerlerin de moralini düÅŸünerek, onları ÅŸevke getirmek maksadıyla 1912 yılında “Cenk Marşı” adlı, İstiklal Marşı gibi 10 dörtlükten meydana gelen, bir marÅŸ yazar. Bu marÅŸ, SebilürreÅŸad dergisinde isimsiz olarak yayınlanır

Yurdunu Allah’a bırak, çık yola:
“Cenge!” deyip çek ki vatan kurtula.
Böyle müyesser mi gazâ her kula?
Haydi levend asker, uÄŸurlar ola.
Ey sürüden arkaya kalmış yiÄŸit!
Arkadaşın gitti, yetiş sen de git.
Bak ne diyor, cedd-i ÅŸehîdin, iÅŸit:
“Durma git evlâdım, uÄŸurlar ola.
“Durma git evlâdım, açıktır yolun...
Cenge sıvansın o bükülmez kolun;
Süngünü tak, ön safa geçmiÅŸ bulun.
UÄŸrun açık olsun, uÄŸurlar ola.
“Yerleri yırtan sel olup taÅŸmalı!
Dağ demeyip, taş demeyip aşmalı!
Sendeki coşkunluğa el şaşmalı!
Haydi git evlâdım, uÄŸurlar ola.
“Yükselerek kuÅŸ gibi Balkanlara,
Öyle satır at ki kuduz Bulgar’a:
Bir daha Osmanlı’ya güç sırtara!
Git de gel evlâdım... uÄŸurlar ola.
“DüÅŸmana çiÄŸnetme bu toprakları;
Haydi kılıçtan geçir alçakları!
Leş gibi yatsın kara bayrakları!
Kahraman evlâdım, uÄŸurlar ola.”

Balkan’ı bildin mi nedir, hemÅŸeri?
Sevgili ecdâdının en son yeri.
Bir sıla isterdin a çoktan beri
Åžimdi tamam vakti... uÄŸurlar ola.
Balkan’ın üstünde sızan her pınar
Bir yaradır, durmaz içinden kanar!
Hangi taşın kalbini deşsen: mezar!
Gör ne mübârek yer... uÄŸurlar ola.
EÅŸ hele bir daÄŸları örten karı:
Ot deÄŸil onlar, dedenin saçları!
Dinle: ÅŸehid sesleridir rüzgârı!
Durma levend asker, uÄŸurlar ola.
Ey vatanın ÅŸanlı gazâ mevkibi,
Saldırınız düÅŸmana arslan gibi.
İşte Hudâ yâveriniz, hem Nebi.
Haydi gidin, haydi, uÄŸurlar ola.

Osmanlı İmparatorluÄŸu siyasi ve ekonomik geliÅŸmeler ve yöneticilerin uyguladığı yanlış politikalar sonucu, henüz Balkan SavaÅŸlarının yaraları sarılmamışken Birinci Dünya Savaşı’na dâhil olur. Osmanlı askerleri Galiçya’dan Kafkaslar’a, Çanakkale’den Sina’ya kadar pek çok cephede savaÅŸmak zorunda kalır. Bu dönemde, pek çokları gibi Mehmet Akif ve SebilürreÅŸad çevreleri de ellerindeki yazım imkânları ile devlete savaşın kazanılması için destek olmaya çalışırlar.

EÅŸref Sencer KuÅŸçubaşı ve arkadaÅŸları tarafından, II. Abdülhamit’e karşı, 1903-1907 yılları arasında kurulan bir komite olan TeÅŸkilat-ı Mahsusa, 1914 yılında Enver PaÅŸa tarafından Harbiye Nezaretine baÄŸlanmıştı. TeÅŸkilatın amacı tüm Müslümanları bir bayrak altında toplamak, Türkleri siyaseten bir arada tutan Pantürkizmin idealini gerçekleÅŸtirmekti. TeÅŸkilat-ı Mahsusa, Balkan SavaÅŸları esnasında pek çok operasyon yapmış ve propaganda faaliyetlerinde bulunmuÅŸtu. Mehmet Akif de pek çok vatansever gibi TeÅŸkilat-ı Mahsusa’da görev alır.

Mehmet Akif, TeÅŸkilat tarafından, İngiliz ve Fransızların sömürgelerinden topladıkları Müslüman askerlerine yaptıkları propagandaya karşı propaganda yapmak üzere, 1914 yılında Berlin’e gönderilir. Mehmet Akif’in gayesi, farkında olmadan Osmanlı ile savaÅŸan bu Müslüman askerleri aydınlatmaktır. Berlin görevinden dönüÅŸte verilen baÅŸka bir görevle, Mehmet Akif, 1915 yılının Mayıs ayında Arabistan’a gider. TeÅŸkilatın bu seferki hedefi, Åžerif Hüseyin İsyanına karşı, devlete baÄŸlı olan kabilelerin desteÄŸini saÄŸlamaktır.

Mehmet Akif ve TeÅŸkilat-ı Mahsusa ekibi Arabistan yolunda iken mola verdikleri el Muazzam adlı İstasyon’da, aylardır hasretle beklenilen Çanakkale zaferinin haberini alırlar. Hakikatte, Mehmet Akif’in Çanakkale için aÄŸlamadığı gün yoktur. Aynı gece, ÅŸair, el Muazzam İstasyonu’nda aldığı bu muazzam zafer haberini yeni nesillere aktarmadan canını almaması için ÅŸair Allah’a yalvarır. Mehmet Akif’in hissiyatını yol ve görev arkadaşı EÅŸref KuÅŸçubaşı ÅŸöyle ifade eder:

“Duası hıçkırıklarla kesiliyordu. Onu teskin etmek mümkün deÄŸildi zaten müdahale etmek de istemiyorduk. Bu bir ilham manzarası idi ve ben onu görebilmiÅŸ mutlu bir fani idim.”

Çanakkale’de milli tarihimizin belki de en önemli zaferi kazanılmıştı. Türk ordusu, Çanakkale’de, düÅŸmanın teknik üstünlüÄŸüne raÄŸmen, cesareti ve iman gücü ile düÅŸman filolarını durdurmuÅŸ, BoÄŸazlar ve İstanbul’u kurtarmış, hatta Çarlık Rusyası’nın yıkılmasına sebep olmuÅŸtu. Mehmet Akif, bu zafer karşısında bir abide niteliÄŸinde olan ÅŸiiri Çanakkale Åžehitlerine’yi yazmıştı. Åžiirinde“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın..”diyerek halka, MehmetçiÄŸin büyüklüÄŸünü ve zaferin önemini anlatmıştı. Mehmet Akif, görev dönüÅŸünde yeni kurulan, Åžeyhülislamlığa baÄŸlı, islami İlimler Akademisi olarak kabul edilenDar’ül Hikmet’il İslamiye Dairesi’nin baÅŸkâtipliÄŸi görevine atanır. Akif 1920 yılında, kuruluÅŸun asli üyesi olur ve bu dairenin yayın organı olanCeride-i İlmiyye’nin de idaresini üstlenir. Ancak, Birinci Dünya Savaşı’nda, yenilgi ile gelen ağır ÅŸartlar ve tüm yurtta baÅŸlayan düÅŸman iÅŸgalleri nedeniyle, Mehmet Akif, davası uÄŸruna yeniden yollara düÅŸer.

 

MİLLİ MÜCADELE YILLARI

Mondros Mütarekesi’nden sonra Mustafa Kemal PaÅŸa ve silah arkadaÅŸları, mümkün olan tüm mühimmat ve silahı Anadolu’da toplamak ve mahallî direniÅŸ hareketlerini bir araya toplamak amacıyla, Kuva-yı Milliye’yi oluÅŸtururlar. İstanbul Hükümeti’nin çıkardığı zorluklara raÄŸmen, kongreler dönemi yaÅŸanır ve bu kongrelerde, vatanın düÅŸmandan temizlenmesine yönelik tedbir ve kararlar alınır.

Mehmet Akif, Milli Mücadele’nin baÅŸlangıcında, İstanbul’da bir kısım çevrelerin, vatanın kurtuluÅŸu için İngiliz veya Amerikan mandasından medet ummasından büyük rahatsızlık duyuyordu. Mustafa Kemal PaÅŸa ve diÄŸer asker, sivil aydınlar gibi, Akif de vatanın kurtulacağından ve yeniden bağımsız olunacağıdan ümitliydi.

Akif’e göre:

“Türklerin yirmi beÅŸ asırdan beri özgürlüÄŸünü muhafaza etmiÅŸ bir millet olduÄŸu hakikattir. Hâlbuki Avrupa’da bile özgürlüÄŸünün kaynağı bu kadar eskiye dayanan bir millet yoktur. Tarih de göstermiÅŸtir ki Türkler özgürlüksüz yaÅŸayamaz.”

 

Bu zihniyette olan Mehmet Akif, 1920 yılında Kuva-yı Milliye’nin Ege Bölgesindeki merkezlerini ziyaret eder. Balıkesir’de ÅŸehrin en büyük camisi olan ZaÄŸanos Camii’nde, halka, aradaki ayrılığın kalkması ve düÅŸmana karşı birleÅŸmeleri için etkili bir konuÅŸma yapar. Akif’i dinleyen cemaat, caminin dışına taÅŸmıştır ve onu gözyaÅŸları ile dinler. Bu konuÅŸmanın İstanbul’da yankılanan etkisi üzerine Akif, Damat Ferit PaÅŸa tarafından Dar’ül Hikmet’il İslamiye Dairesi üyeliÄŸinden ve oradaki görevinden uzaklaÅŸtırılır; memuriyetten azledilir.

Kongreler Dönemi sonunda alınan kararlar gereÄŸince Milli Mücadele’yi tüm yurtta tek elden Heyet-i Temsiliyye yürütecektir. Heyet-i Temsiliyye Anadolu’da, yeni bir meclisin kurulması için çalışmalara baÅŸlar. Tüm yurtta milletvekilleri seçimleri yapılır. 28 Ocak 1920’de Misak-ı Milli kararları alınır ve bu kararların ardından Meclis-i Mebusan İngilizler tarafından 16 Mart 1920’de dağıtılır.

İstanbul artık resmen iÅŸgal edilmiÅŸtir. 23 Nisan 1920 tarihinde İstanbul’dan kaçabilen milletvekillerinin ve seçimle gelen diÄŸer vekillerin katılımı ile Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılır. Anadolu’ya geçmeye karar veren Mehmet Akif’e, o günlerde Mustafa Kemal PaÅŸa’dan, hareketin manevi cephesini güçlendireceÄŸi düÅŸüncesi ile davet gelir. Davette Akif’ten SebilürreÅŸad Dergisi’ni Ankara’da yayınlaması istenir. Mehmet Akif de oÄŸlu Emin Beyle birlikte, Ankara’ya gitmek üzere yola çıkar. Zorlu bir yolculuÄŸun ardından 24 Nisan 1920 tarihinde Ankara’ya ulaşırlar. Mustafa Kemal PaÅŸa’nın da öngördüÄŸü gibi, sevilen ve muteber bir müslüman aydının Milli Mücadeleye katılması, halk nezdinde, Milli Mücadele hareketinin, İttihat ve Terakki Partisi’nin yeni bir macerası olma ihtimalini gidermiÅŸ, hareketi güçlendirmiÅŸtir. Mehmet Akif’in Ankara’ya geliÅŸi, pek çok kiÅŸi tarafından sevinçle karşılanmış, Hâkimiyet-i Milliye, Açıksöz gibi gazetelerde haber olarak verilmiÅŸtir. Açıksöz gazetesinin 2 Mayıs 1920 sayılı nüshasında ÅŸu ifadelere yer verilmiÅŸtir:

“SebilürreÅŸad Mecmua-i İslamiyesi BaÅŸmuharriri büyük İslam ÅŸairi Mehmet Akif Beyefendi’nin ahiren Ankara’ya vasıl olduÄŸu, Ankara gazetelerinden okunmuÅŸtur. Zulme, hakarete, tahammül edemeyerek ailesini, refahını İstanbul’da terk ile Anadolu’ya rar eden bu vicdanlı ÅŸairin, Anadolu’nun ahvalini ÅŸiirlerinde terennüm etmesini temenni ederiz.”

Mehmet Akif, Ankara’ya geliÅŸinin ardından, Burdur’da istifa eden bir milletvekilin yerine, Mustafa Kemal PaÅŸa’nın isteÄŸi ile 5 Haziran 1920 tarihinde milletvekili seçilir. Aynı zamanda Biga’dan da vekil seçilen Mehmet Akif, 17 Temmuz 1920 tarihinde Meclis BaÅŸkanlığı’na Burdur MilletvekilliÄŸini tercih ettiÄŸini bildirmiÅŸtir. Görev bilinci ile halkı aydınlatmak için vaazlar vermeye baÅŸlayan Mehmet Akif, Kuva-yı Milliye Hareketi’nin Anadolu’da tutunmasında, İstanbul Hükümeti’nin isteÄŸi üzerine iÅŸgalci kuvvetler lehine verilen fetvaların olumsuz tesirlerinin giderilmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Akif, yazıları ve vaazlarıyla halka, Kuva-yı Milliye’nin İttihatçı olmadığını, Milli Mücadelenin İslam’a ve Halifeye karşı verilmediÄŸini ve vatanı kaybedersek geri çekilecek toprağımızın kalmadığını anlatmıştır.

Anadolu’da bu geliÅŸmeler yaÅŸanırken, İstanbul’da Damat Ferit PaÅŸa Hükümeti Åžeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’den 11 Nisan 1920’de Anadolu’da mücadele edenlerin katlinin vacip olduÄŸuna dair fetva almıştır. Alınan bu fetva, İngiliz uçaklarıyla ve iÅŸgalci askerlerce Anadolu’da dağıtılmıştır. Bu fetvalara inanan bir kısım gruplar, yer yer Anadolu’da Milli Mücadele hareketine karşı isyanlar çıkartmaktaydı. Düzce-Bolu çevresinde çıkan isyanlar, bu bölge ile sınırlı kalmamış, Tokat’ta, Zile’de ve Yozgat’ta da Milli Mücadele’yi güçleÅŸtiren hadiseler yaÅŸanmıştı. Hatta Yozgat’ta isyancılar, milletvekili seçimlerinin yapılmasını bile engellenmeye çalışmışlardı. Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından önce, İstanbul Hükümeti’nin fetvasına karşı Heyet-i Temsiliyye de Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) Efendi’den bir fetva alır. 22 Nisan 1920 tarihinde alınan, Millî Mücadele hareketinin dinen ve siyaseten meÅŸruluÄŸunu ifade eden bu fetva, çeÅŸitli gazetelerde yayınlanır, Anadolu’daki tüm müftülüklere tebliÄŸ edilir. Rıfat Bey’in fetvasının yarattığı etkiyi gözlemleyen Ankara Hükümeti, iç isyanlara çözüm için en önemli adımın bir İrÅŸat Heyeti kurulması; heyetin, halkı Milli Mücadele’nin haklılığı hususunda aydınlatması ve irÅŸat etmesi olacağına karar verir. Beypazarı’nda çıkan isyanının ardından, süren Meclis görüÅŸmelerinde Mustafa Kemal PaÅŸa da irÅŸat ve tenvirin gerekliliÄŸini ÅŸu sözleri ile ifade etmiÅŸtir:

“Muhterem heyetiniz ulemayı kiramdan beÅŸ zat intihap etsin. Bunlar oradaki ulema ve eÅŸrafı çağırsın; hakikatleri anlatsın. Yanlış fikirlere kapılanlar afedilsin. Bu, münhasıran Beypazarı’nda deÄŸil, ayni akıbete maruz kalan tüm vatanda uygulansın.”

Balkan Savaşı esnasında kurulan Milli Müdafaa Heyeti’nin İrÅŸat Heyeti’nde görev alan; yine Birinci Dünya Savaşı esnasında TeÅŸkilat-ı Mahsusa’nın görevlisi olarak benzer faaliyetlerde bulunan Mehmet Akif’e, Encümen-i İrÅŸat ve Heyet-i Nasiha‘da görev verilir. Heyetle birlikte ya da yalnız, Anadolu’da pek çok il’e giden ÅŸair halka Sevr AntlaÅŸmasının hükümlerini anlatır, mevcut halin anlaşılmasını saÄŸlamaya çalışır. Mehmet Akif’in halka yaptığı konuÅŸmalar SebilürreÅŸad Dergisi’nde de yayınlanır, halka ve askerlere dağıtılır. Mehmet Akif İrÅŸat Heyeti ile birlikte ilk önce Konya’ya gider, ÅŸehirdeki isyanın bastırılması, halkın birlik olması için uÄŸraşır. Arif Konya’daki görevinin ardından Çankırı’ya gider. Åžehrin en büyük camisi olan Ulu Cami’de, halka neden kurtuluÅŸ mücadelesi verilmesi, köle olunmaması gerektiÄŸini ÅŸöyle anlatır:

“Allah’a hamd-ü senalar olsun. Aylardan beri Cuma namazını kılmak fırsatını Çankırı’da buldum. İstanbul ve civarında kılamadım; zira o yörelerde kâfirlerin bayrağı dalgalanıyordu. O bayrağın altında kâfirin kölesi idik. Rabbü’l-âlemin Müslümanlara köleliÄŸi haram kılmıştır. Kölenin Cuma namazı kabul deÄŸildir. Hürriyetinizi kazanacak sonra cumaya koÅŸacaksınız. Kâfirin bayrağı altında halifelik kuru sözden ibarettir. Halifelik İslam bayrağı altında olur..”

 

Mehmet Akif 15 Temmuz 1920’de Kastamonu’ya gider. Bu ÅŸehir ve civarında uzun süre kalır. Ailesinin de kalabileceÄŸi bir ev tutar; kışın zorlu ÅŸartlarına, yaÅŸadığı maddi güçlüklere raÄŸmen, gayretle irÅŸat faaliyetlerinde bulunur. Bu ilde yayınlanan Açıksöz Gazetesinde yazılar yazar, ÅŸehrin camilerinde vaazlar verir. Åžehrin merkezinde bulunan Nasrullah Camii’nde halka ÅŸu sözlerle seslenir:

“Bizi mahv için tertip edilen muahede-i sulhiye paçavrasını mücahitlerimiz ÅŸark tarafından yırtmaya baÅŸladılar. Åžimdi beri taraftaki dindaÅŸlarımıza düÅŸen vazife Anadolu’muzun diÄŸer cihetlerindeki düÅŸmanları denize dökerek o murdar paçavrayı parçalamaktır.”

KonuÅŸmasında, Müslümanların esir olarak yaÅŸayamayacağını, hakikatte, Müslümanlar için en büyük düÅŸmanın fitne, fesat ve ayrılık olduÄŸunu vurgular. Sevr AntlaÅŸmasının nasıl bir ölüm fermanı olduÄŸunu ifade eder:

“Sakın milli hareket aleyhinde olanların sözlerine kulak asmayınız. Çünkü onlar halkımızı köle haline getirmek istiyorlar. İçimizde yer yer çıkan isyanlar hep mel’un düÅŸmanların parmağı ile olmuÅŸtur. Allah rızası için aklımızı başımıza toplayalım. Çünkü, böyle düÅŸman hesabına çalışarak, elimizde kalan bir avuç toprağı da verecek olursak çekilip gitmek için arka tarafta bir karış yerimiz yoktur.” 

Mehmet Akif’in Nasrullah Camii’nde verdiÄŸi uzun ve etkili hutbe yurdun dört bir tarafında duyulur. SebilürreÅŸad Dergisi’nin neÅŸriyatıyla, tüm cephelere, il idarelerine, müftülüklere gönderilir. Hatta risale ÅŸeklinde bastırılıp, cephedeki askerlere dağıtılır. Ordu Komutanları, valiler, müftüler Akif’e teÅŸekkür telgrafları çeker. Gazi Mustafa Kemal PaÅŸa da ÅŸairi ÅŸu sözlerle takdir ettiÄŸini ifade eder:

“Kastomonu’daki vatanperverane mesainizden çok memnun oldum. Sevr Muahedesi’nin memleket için ne feci bir idam hükmü olduÄŸunu, SebilürreÅŸad kadar hiçbir dergi memlekette neÅŸretmedi. Manevi cephemizin kuvvetlenmesine, SebilürreÅŸad’ın büyük hizmeti oldu. Her ikinize de bilhassa teÅŸekkür ederim. Ben sizin İstanbul’da iken de milli mücadelemizde yaptığınız hizmetleri bilirim..”

Anadolu’da ÅŸehirlerde ve cephelerde koÅŸturan, özellikle askerlere moral vermek için büyük çaba sarf eden İrÅŸat Heyeti üyeleri, Genel Kurmay BaÅŸkanı İsmet PaÅŸa ile Garp Cephesinde görüÅŸmüÅŸ, halkın ve askerlerin maneviyatı güçlendirecek bir milli marşın yazılması hususunu mütalaa etmiÅŸlerdi. Aynı zamanda, yeni kurulan Ankara Hükümeti’nin de geliÅŸen dış temasları ve diplomatik iliÅŸkileri de bir milli marÅŸa duyulan ihtiyacı güçlendirmekteydi. Hükümet üyelerini ziyaret eden Genelkurmay BaÅŸkanı İsmet PaÅŸa, İrÅŸat Heyeti’nin bu talebini iletir, milli heyecanı canlandıracak, Fransızların Marseyez Marşına benzer bir milli marÅŸ yazılmasını, ordu adına hükümetten talep eder. Bu talebi ve genel ihtiyacı deÄŸerlendiren EÄŸitim Bakanlığı da İstiklal Marşı’nın yazılması için -çalışmanın başında zikredilen- Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde ilan edilmiÅŸ olan yarışmayı açar. İstiklal Marşı için yarışmanın açıldığı günlerde Mehmet Akif görevli olarak Kastamonu’da çalışmaktadır. İstiklal Marşı için bir yarışma ve ödül olması fikrinden hoÅŸlanmayan ÅŸair, müsabakaya katılmak istemez. Mehmet Akif’in yarışmaya neden katılmak istemediÄŸini, dostu Karesi Milletvekili Hasan Basri Bey ÅŸöyle anlatır:

“İstiklal Marşı’nın İstiklal Mücadelesi’nin içinde Büyük Millet Meclisi’nde görev yapan Mehmet Akif tarafından yazılmasını kendisine söylediÄŸimizde zaman o ‘ben ne müsabakaya girerim ne de caize alırım!’ demiÅŸti. Ben ricalarımı tekrar ettikçe o da aynı sözü söylemiÅŸ ve ‘bırak yazsınlar. Ben bu yaÅŸtan sonra yarışa mı gireceÄŸim ayıp deÄŸil mi?’ demiÅŸti.

Bir gün Hamdullah Suphi Bey beni mecliste gördü ve dedi ki ‘ÅŸimdiye kadar 500’den fazla marÅŸ geldi. Ben hiç birisini beÄŸenmedim üstadı ikna edemez misin?’ ben Akif Bey müsabaka ÅŸeklini ve ikramiyeyi kabul etmiyor; eÄŸer buna bir çare ve bir ÅŸekil bulursanız yazdırmaya çalışırım. DüÅŸündü dedi ki ‘ ben kendisine bir tezkire yazayım. Arzusuna tabi olacağımızı bildireyim. Fakat tezkireyi siz kendisine veriniz.’ Ben de uygun gördüm. Yarım saat sonra getirip tezkireyi bana verdi..”

 

Hasan Basri Bey yine çalışmanın başında zikredilen davet mektubunu 5 Åžubat 1921’de Mehmet Akif’e iletir. Hasan Basri Bey, ÅŸair Mehmet Akif’i ikna edebilmek için ÅŸiiri kendisinin yazacağını söyler; ÅŸairden yardım talep eder. Mehmet Akif, birlikte yazalım der; ancak ikramiyeyi almayacağını söyler. Hasan Basri Bey, yarışma koÅŸullarının ÅŸairin istediÄŸi gibi düzenleneceÄŸini, ikramiyeyi ise bir hayır kurumuna vereceklerini söyleyince Mehmet Akif İstiklal Marşı’nı yazmaya ikna olur. Mehmet Akif Ankara’ya vasıl olduktan sonra Tacettin Dergâhı’nda ikamet etmiÅŸ, ÅŸiirlerini, yazılarını bu güzel mekânda yazmıştır. Ancak Dergâh sadece bir ikametgâh deÄŸildir. Mehmet Akif ve onu ziyaret edenler için edebi, fikri, tasavvufu, kültürel ve sanatsal sohbetlerin yapıldığı, cephelerdeki durumdan halkın bilgi almak için koÅŸtuÄŸu bir mekândır. Akif İstiklal Marşı’nı da bu mekânda yazmıştır. İstiklal Marşını yazarken adeta dünya ile iliÅŸkisini kesen ÅŸairin halini kendisi gibi Tacettin Dergâhı’nda ikamet eden Konya milletvekili Hafız Bekir Efendi ÅŸöyle anlatır:

“Üstat bir gece birden uyanır. Kağıt arar; bulamayınca kalemiyle yattığı yer yatağının yanındaki duvara marşın ‘Ben ezelden beridir hür yaÅŸadım hür yaÅŸarım..’ mısrası ile baÅŸlayan kıtasını yazar. Ben sabah namazına kalktığımda üstadı çakısıyla duvardaki yazısını kazırken gördüm.”

Dostları, Akif’in İstiklal Marşı’nı yazarken derin tefekküre daldığını, saatlerce düÅŸünüp yazdığını anlatmışlardır. Herkesin sabırsızlıkla beklediÄŸi ÅŸiir on gün içerisinde tamamlanır ve 17 Åžubat 1921 tarihinde SebilürreÅŸad Dergisinin ilk sayfasında Kahraman Ordumuza ithaf edilerek yayınlanır. Åžiiri 21 Åžubat 1921 tarihinde Açıksöz Gazetesi de neÅŸreder. 26 Åžubat 1921 tarihinde ise İstiklal Marşı konusu Meclis görüÅŸmelerine taşınır; görüÅŸmelerde ÅŸiirin basılarak millet vekillerine dağıtılması kararlaÅŸtırılır.

 

1 Mart 1921 günü baÅŸkanlığını Mustafa Kemal PaÅŸa’nın yaptığı Meclis görüÅŸmelerinde İstiklal Marşı tafsilatlı olarak tartışılır. Verilen teklifin oylama ile kabulü üzerine, Hamdullah Suphi Bey İstiklal Marşı’nı okumak üzere kürsüye çıkar: Mehmet Akif’ten ÅŸiiri yazmasını kendisinin istediÄŸini, ÅŸairin ikramiye nedeniyle yarışmaya katılmayı uygun görmediÄŸini, ancak görüÅŸmeler neticesinde Mehmet Akif’i ikna ettiklerini, elemelerden kalan son altı ÅŸiirle birlikte Mehmet Akif’in ÅŸiirini Meclis’in seçimine sunduklarını söyler. Ardından, İstiklal Marşı’nı kürsüden okur. Mehmet Akif’in yazdığı İstiklal Marşı bu görüÅŸmeden on iki gün sonra Meclis’te yapılan türlü tartışmalardan sonra kabul edilir. Bazı vekiller marşın seçimini Meclis’in mi, ilgili komisyonun mu yapması gerektiÄŸi konusunda tartışsalar da görüÅŸmelerdeki çoÄŸunluk Mehmet Akif’in ÅŸiirinin seçilmesi konusunda kararlı davranır. Meclis tutanaklarına göre, marÅŸ için hangi güftenin seçileceÄŸi konusunda pek çok husus müzakere edilmiÅŸtir. Kastamonu vekili Suat Bey gibi Mehmet Akif’in ÅŸiirinin seçilmesinden yana fikir beyan edenler olduÄŸu gibi, Bolu vekili Tunalı Hilmi Bey gibi Akif’in ÅŸiirinin milletin ruhuna tercüman olamayacağını iddia edenler de olmuÅŸtur. 

Birinci Meclis’teki demokratik tartışma ortamında hemen her konudaki fikir ve görüÅŸler serbestçe tartışıldığından, İstiklal Marşı’nın seçimi hususu da ciddiyetle müzakere edilmiÅŸti. 12 Mart 1921 tarihli takrirlerinde Suat Bey müzakerelerin bitirilmesini ve Mehmet Akif Bey’in ÅŸiirinin İstiklal Marşı olarak kabulünü teklif ederken, Tunalı Hilmi Bey ise İstiklal Marşı’nın ÅŸubelerce teÅŸkil edilecek özel bir encümen tarafından tetkik ve tasdik olunmasın ı teklif etmiÅŸtir. Aynı gün Bursa Milletvekili Emin Bey’in verdiÄŸi takrirde, İstiklal Marşı önceden basılıp dağıtıldığı, tüm vekiller tarafından ayrı ayrı tetkik edildiÄŸi için ayrı bir encümene havaleye lüzumun olmadığı belirtmiÅŸti. Ayrıca takririnde Mehmet Akif’in ÅŸiirinin Milli MarÅŸ olarak kabul edilmesini teklif etmiÅŸti. Bitlis vekili Yusuf Ziya, Isparta vekili İbrahim de öteden beri İslam ÅŸairi olarak bilinen ve takdir edilen Mehmet Akif’in ÅŸiirinin Meclis-i Ali’nin maneviyatına uygun olduÄŸundan bahisle Milli marÅŸ olarak kabul edilmesini teklif etmiÅŸlerdi. Yine aynı oturumda, KırÅŸehir Mebusu Yahya Galip ise Mehmet Akif’in ÅŸiirinin, ÅŸairin kendisi tarafından Meclis kürsüsünden okunmasını teklif etmiÅŸti.

12 Mart 1921 tarihinde art arda verilen bu takrirlerden sonra, Meclis BaÅŸkanı takrirlerin hepsinin Mehmet Akif’in ÅŸiirinin kabulüne mutazammın olduÄŸunu söylemiÅŸ, söz isteyen Tunalı Hilmi Bey’e “müzakere bitmiÅŸtir” diyerek cevap vermiÅŸtir. BaÅŸkan, ardından, her güfteyi ayrı ayrı oylamayı sunmuÅŸ bu güfteler reddedilince Hasan Basri Bey’in Mehmet Akif’in ÅŸiirinin kabulünü teklif eden takririni oya sunmuÅŸtur. Ekseriyet oyla Mehmet Akif’in ÅŸiirinin kabul edilmesinin ardından, KırÅŸehir vekili Müfit Efendi, Hamdullah Suphi Bey’in İstiklal Marşı’nı kürsüden tekrar okumasını teklif ederken, Konya vekili Refik Bey ise milletin ruhuna tercüman olan bu marşın ayakta okunmasını teklif etmiÅŸti. Meclis baÅŸkanı ise cevabında ÅŸöyle demiÅŸtir:

“Müsaade buyurunuz efendim. Heyeti muhtereme bu marşı kabul ettiÄŸinden tabii resmi İstiklal Marşı olarak tanınmıştır. Binae naleyh, ayakta dinlememiz icap eder. Buyurunuz efendiler.”

Marşı en ön sıra ayakta, alkışlayarak dinleyenlerden biri de Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal PaÅŸa’dır. Marşın kabulünden sonra, İstiklal Marşı’nın önemini ÅŸu sözlerle anlatır:

“Bu marÅŸ, bizim inkılabımızın ruhunu anlatır... İstiklal Marşı’ nda davamızı anlatması bakımından büyük manası olan mısralar vardır. En beÄŸendiÄŸim yeri ÅŸu mısralardır: ‘‘Hakkıdır hür yaÅŸamış bayrağımın hürriyet, hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal.’Benim bu milletten asla unutmamasını istediÄŸim mısralar iÅŸte bunlardır… Bu demektir ki efendiler Türk’ün hürriyetine dokunulamaz!”

Büyük Taaruz’un zaferle kazanılmasından sonra, Mehmet Akif de kendisinden Mustafa Kemal PaÅŸa hakkında bilgi isteyen Hakkı Tarık (Us) Bey’e “Ben yemin etmem; fakat iÅŸte yemin ediyorum. Milli Mücadele’de onun yanında bulundum; yakından tanıdım. Vallahil’azim, eÄŸer Mustafa Kemal PaÅŸa olmasaydı bu zafer kazanılmazdı” diyerek Atatürk hakkındaki görüÅŸlerini bildirmiÅŸtir.

12 Mart 1921 tarihinde Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklal Marşı olarak kabul edilen Mehmet Akif’in ÅŸiiri, haber olarak, gazete ve dergilerde geniÅŸ yer bulmuÅŸtur. İkamet etmekte olduÄŸu Tacettin Dergâhı’nda Mehmet Akif’i ziyaret eden arkadaÅŸları ve pek çok mebus samimi bir törenle ÅŸairi kutlamışlardır. Mehmet Akif, kazandığı 500 liralık ödülü yoksul kadın ve çocuklara iÅŸ öÄŸreten Darülmesai’ye bağışlar. 17 Mart 1921 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde bu durum ÅŸöyle ifade edilmiÅŸtir:

“Teberru: Burdur mebusu, ÅŸairi muhterem Mehmet Akif Beyefendi’nin Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen İstiklal Marşı için mahsus beÅŸ yüz lira mükâfatı nakdîyeyi, müÅŸarünileyh fakir İslam kadın ve çocuklarına iÅŸ öÄŸreterek sefaletlerine nihayet vermek emeliyle teÅŸekkül eden Darülmesai menfaatine hediye eylemiÅŸtir.”

Mehmet Akif, kendisinin İstiklal Marşı’nı para için yazdığının düÅŸünülmesinden endiÅŸe etmektedir. Hâlbuki, ciddi maddi sıkıntı içerisindedir. Durumunu ve ödül konusundaki hassasiyetini EÅŸref Edip ÅŸöyle anlatır:

“İstiklal Marşı için tahsis edilen beÅŸ yüz lira mükâfatı, üstadın kabul etmemesi o zaman çok kimseye tuhaf gelmiÅŸti. Bahusus, o sırada sıkıntısı da vardı. Bu ikramiyeden bahsedenlere çok kızardı. Baytar Åžefik de bir gün bu sebepten üstattan azar iÅŸitti. Üstat, Ankara’da ceketle gezerdi. Paltosu yoktu. Çok soÄŸuk günlerde Åžefik’in muÅŸambasını istiÅŸare ederek giyerdi. Bir gün Åžefik, ‘Akif Bey mükâfatı reddetmeyip bir muÅŸamba yahut bir palto alsaydın daha iyi olmaz mıydı?’ deyince üstat hiddetlendi. Bunu söylediÄŸi için tam iki ay Åžefikle konuÅŸmadı.

Kabulünün ardından, İstiklal Marşı, İngilizce, Almanca, Fransızca, Macarca ve Farsça’ya çevrilerek, yurtiçinde ve yurtdışında dağıtılmış; mitinglerde, törenlerde halkın manevi ve milli duygularını güçlendirmek maksadı ile okunmaya baÅŸlamıştı. Orduya ve halka büyük moral olan İstiklal Marşı, urtdışındaki elçiliklerde de törenlerle kutlanmış, elçilik mensuplarınca, sevinç gözyaÅŸları içerisinde ayakta dinlenmiÅŸtir.

Tarihte eÅŸine ender rastlanabilecek olaylara ÅŸahit olan, adeta bir milli kahramanlık destanının yazıldığı dönemde görev yapan Birinci Meclis, misyonunu ve faaliyetlerini 16 Nisan 1923 tarihinde tamamlar.88 Yeniden yapılacak olan seçimlere, İstiklal Marşı ÅŸairi Mehmet Akif katılmayı hiç düÅŸünmez. Ailesi ven SebilürreÅŸad Dergisi ekibi ile birlikte İstanbul’a geri döner. Mehmet Akif 1923 yılında, Abbas Halim PaÅŸa’nındaveti üzerine gittiÄŸi Mısır’a 1926 yılında ailesi ile birlikte yerleÅŸir.

Mısır’da da hastalıklar, maddi sıkıntılar büyük ÅŸairin yakasını bırakmaz. Buna raÄŸmen, Mısır Üniversitesi’nde Türk Dili eÄŸitimi verir. Mısır’da kaldığı sürede “Firavunla Yüzyüze” adlı ÅŸiirini yazar, Safahat’ın son kitabı olan Gölgeler’i yayınlar. Mehmet Akif 1935 yılında hastalanır. Gurbette yaÅŸadığı sürece, çok sevdiÄŸi vatanının hasretini çeken ÅŸair, memleketinde ölmek istediÄŸinden 1936 yılında İstanbul’a geri döner.

Aralık 1924’de SebilürreÅŸad’da yayınlanan Firavunla Yüzyüze ÅŸiirinden bir bölüm...
Farhu’un-nisa Emire Hadice Hanımefendi Hazretlerine


Åžu baÄŸlı yelkeni çözsek de nehri atlayarak,
Biraz da karşıki vâdîye doÄŸru yollansak.
GüneÅŸ çocuk: Yoracak hâli yok, sular durgun;
Gelin gecikmeyelim, tam zamanı yolculuğun.
Kürekler iÅŸlesin öyleyse, durmadan gideriz.

Fakat, bu “Nîl-i Mübârek” mezar kadar hissiz:
Bütün sevâhili boÄŸmuÅŸ, gömerken emvâcı,
Ne vardı bir acı duysaydı? Åžöyle dursun acı,
Huzûr içinde, sanırsın ki ninniler duyuyor:
Semâyı altına sermiÅŸ, derin derin uyuyor!
Henüz harîm-i zılâlinde bir cihan saklar,
O, belki yetmiÅŸ asırlık, mehîb Karnak’lar;
Alınların biriken kanlı, terli hüsrânı:
Åžu Teb harâbesinin dalga dalga umrânı;
Åžu, sermediyyeti hâlâ sayıklayan, âsâr,
Ki hây u hûy-i medîdiyle inlemiÅŸti civâr...
Bugün, sütûnlarının küskün ihtiÅŸâmıyle,
Ne ser-nigûn oluvermiÅŸ, aman bakın Nîl’e!

YanaÅŸtık öyle mi? A’lâ! GeniÅŸ de bir kumsal;
Hemen basıp çıkalım, açmasın kenardaki sal.
Zemîn epey batıyor: Yolcu geçmemiÅŸ çokluk...
Şu hurmalıktan tuttuk mu, oh, kurtulduk...
MeÄŸer hiç öyle deÄŸilmiÅŸ; ne inkisâr-ı hayâl:
Aşınca vâhayı, bir kumdur etti istikbâl!
Batar, çıkar, gideriz, çâresiz, yorulsak da.
Evet, belirmede, yer yer, birer sevimli ada;
Nedir ki arkası umran, filân deÄŸil, heyhât,
O, çöl dedikleri aylarca bitmeyen nakarat!

Daraldı gitgide vâdî, demek yakınlaÅŸtık:
Harâbeler sökedursun, yavaÅŸ yavaÅŸ, artık:
Göründü iÅŸte sütûnlar, kırık dökük, yer yer,
Göründü yerlere bîtâb düÅŸmüÅŸ âbideler;
Göründü kaç sıra ma’bed ki kaplamış yurdu;
Göründü birçoÄŸunun pâre pâre ma’bûdu!
Sağında nâ-mütenâhî yıkıntı dalgaları;
Solunda hangi harîminse tek kalan duvarı;
Önünde, gövdesi kırk elli parça, heykeller;
İlerde burnu kopuk başlar, arkasız beller.
O yanda kumlara yüzlerce dev kadîdi batar;
Bu yanda toprağı bin müstahâse yırtar atar.
Harâb emellerin enkâzı savrulur ÅŸurada;
Yıkık sarayları çiÄŸner geçer nigâh arada...
Hülâsa, bir, ebedî kevni yok, zemîn-i fesâd,
İçinde haÅŸre kadar haÅŸrolur durur ecsâd!

Sıkıştı gitgide vâdî, nihayet oldu boÄŸaz.
GüneÅŸ, çocuk deÄŸil artık, ÅŸu var ki pek yaramaz:
Sonunda cevvi tutuÅŸturmak istedikçe hele,
Çekilmiyordu bu en nazlı günlerinde bile!

Aman bakın, ne perîÅŸan ÅŸu toprağın hâli:
Bucak bucak deÅŸerek, toprak olmuÅŸ ensâli ,
Çukurlarıyle, hayır, leÅŸleriyle yutmuÅŸlar!
Kefen soyanlar adammış, bu fâreler canavar!
Delik deşik kayalıklar, delik deşik sağ sol:
Mezar araÅŸtırıyor her tarafta bir sürü kol.
Sürüklenir sıralanmış paçavra enkâzı,
Zuhûr eder diye, altında mumyalar ba’zı;
Didiklenir, elenir, kül, kemik, bütün kümeler...
Nedir bu acz-i beşer karşısında hırs-ı beşer?

Büküldü tuttuÄŸumuz yol cenûba doÄŸru biraz;
GüneÅŸse rüÅŸdüne raÄŸmen bütün bütün yaramaz:
Önünde damla kadar gölge sezmesin alevi,
Bir ân içinde, bakarsın, adımlayıp cevvi,
Ne kuytu der, ne siper, parçalar geçer mutlak;
Nasıl ki parçalamış: Her taraf çırılçıplak!

Asıl belâsı: Bu gittikçe kıvrılan dirsek,
Uzun sürerse, emînim, devâm edilmeyecek:
Kireç yakılmaya mahsus ocaklann bir eÅŸi,
Kürek kürek saçıyor küllenip duran güneÅŸi!
Hayır, sürekli deÄŸil, bitti, hem yaman bitti;
Gelin de sahneyi bir seyredin, gelin ÅŸimdi:

Geçit biraz dönerek garba sarkacak yerde,
Gerildi ansızın âfâka bir kızıl perde:
Ne ihtiÅŸâm-ı İlâhî! Ne saltanat! Ne celâl!
Eteklerinde zemîn, devre devre izmihlâl.
Bu cebhe fecr-i ezelden örülmüÅŸ olsa gerek;
Gurûb alevleri, yâhud, tehaccür eyleyerek,
Harîs emelleri tehdîde etmek üzre devam,
Fezâda alnını çatmış bu sermedî ehrâm! *
Evet, murâkabe hâlinde bir sükût-i mehîb,
Çıkıp harâbe-i edvâra yaslanan bu hatîb.
Ne bir hitâbe, hayır, yükselen, ne bir minber,
O çünkü çok daha yüksek, o bir derin makber!

Bu kıpkızıl kayanın baÄŸrı kaç yerinden oyuk!
Sırayla birçok isim var... Tesâdüfen okuduk:
“İkinci Amnofis”... A’lâ! Hemen girip görelim.
EÅŸikte loÅŸtu kovuk, ÅŸimdi büsbütün muzlim.
Åžu var ki, sürmedi, sıyrıldı perdeler nâgâh,
Çevirdi düÄŸmeyi, besbelli, arkadan fellâh.
Işık güzel, azıcık yol çetin, fakat bu da hiç;
İşin fenâsı: İçerden gelen sıcak müz’ic...
Ne çâre! İnmeli, mâdem ki sormadan girdik.
AÅŸağıya doÄŸru zemînin devâmı haylice dik...
Hayır, kapanmayabilmek hüner deÄŸil o kadar;
Adımda bir basamak var ki taştan oymuşlar.

YavaÅŸ yavaÅŸ iniyorken uzandı bir köprü...
Önünde var ya delîlin, tevekkül et de yürü!
Geçer miyiz, geçeriz, haydi ÅŸimdi, bismillâh!
Kazâ savuÅŸtu ya, lâkin ne söylüyor fellâh:
MeÄŸer, zifir mi zifir, bir belâlı kan kuyusu,
Bu takma köprünün altında tutmamış mı pusu!
Demek ki: Çalmak için muhteÅŸem kemiklerini,
İkinci Amnofis’in kim delerse makberini;
-Nüfûza uÄŸraşıyorken yolun serâirine-
Basınca eğreti konmuş kapakların birine,
Cehennemin dibi buymuÅŸ, deyip tekerlenecek!

Aman çabuk geçelim, yer tekin deÄŸilmiÅŸ pek...
Demin kalan basamaklar yetiÅŸtiler tekrar,
Berâber etmeye baktık aÅŸağıya doÄŸru firar,
Sitâre mevkibi hâlinde kâfileyle ziyâ,
Geçit boyunca dizilmiÅŸ, pırıl pırıl gûyâ:
Kovanda habsedilen bir yığın ateÅŸböceÄŸi,
Delip halâs olayım, der, bu sermedî geceyi!
Duvarların, tavanın her yerinde, bî-pâyan,
Tekerrürüyle tevâlî eden rumûz-i beyân.
Nedir leyâle bürünmüÅŸ o renk renk eÅŸkâl?
Kimin hesâbına zulmette oynayan bu hayâl?

Kimin? Nedir? diye, lâkin, kolayladık geçidi;
Direkli bir yere çıkmaktayız, bakın, ÅŸimdi.
Harîm-i hâsına geldik demek ki, Fir’avn’ın;
Gürültü etmeyelim, bî-huzûr olur, amanın!
Fakat, bu sahne, dağın sînesinde, pek müdhiÅŸ;
Açık semâ gibi yıldızlı, mâvi bir meneviÅŸ ,
Parıldayıp duruyor, kaplamış bütün sakfı.
Duvarların görünen saÄŸlı, sollu, her tarafı,
-Memâtı hep akabâtıyle gösterir yollu-
Ecinni ordusu ÅŸeklinde bin hurâfe dolu.
Nasıl ki aynı hikâyâtı söylüyor tekmîl,
Åžu perde perde sütûnlar da iÅŸte ber-tafsîl .

Peki, o nerde? diyorduk, hemen zuhûr etti,
Benekli kırmızı benziyle parlayan lâhdi.
Açıktı üstü, kapak, ÅŸimdi, bir kalın camdı;
Başında düÄŸme de varmış ki, asrın evlâdı,
KoÅŸup bükünce, ziyâ huzme huzme fışkırarak,
Göründü, kalkamaz olmuÅŸ, zavallı bir hortlak!

Adâletin ne ÅŸehâmetli bir tecellîsi,
Åžu, leÅŸ görür gibi görmek İkinci Amnofis’i!
Bu Fir’avun ki, civârından ürküyordu beÅŸer;
Bu Fir’avun ki, saraylar, sütûnlar, âbideler,
Bütün hayâtını ezberletirdi âfâka;
Bu Fir’avun ki eÄŸilmiÅŸse boynu bir hakka,
O sâde kendi bekâsıydı, kendi nefsiydi;
Bu Fir’avun ki, o zıllin hayâl-i te’bîdi,
Dumanlı beynini sardıkça, artık efrâda,
Muhâl olurdu huzûr ihtimâli dünyâda;
Bu Fir’avun ki, cehennemdi yerde kâbûsu,
Cehennem olmadan evvel vücûd-i menhûsu;
Bu Fir’avun ki, beÅŸer, korkudan, büküp belini,
HuÅŸû’ içinde tavâf eylemiÅŸti heykelini;
Bu Fir’avun, bu görünmez kazâ, bu saklı belâ,
Ki bir zaman tapılıp dendi: “Rabbune’l-a’lâ !”
Ne intikâm-i İlâhî, ne sermedî hüsran:
Gelen, geçenlere ibret, yatar sefîl, üryan!
Soyulmadık eti kalmış, bilinmiyor kefeni;
Açıkta mumyası, hâlâ dağılmayan bedeni.

Bu çehre miydi ki titrerdi karşısında zemîn?
Bunun mu handesi âfâka tarh ederdi enîn?
Hayır, bu, çehre deÄŸil ÅŸimdi bir sicill-i azâb:
Bütün hutûtu perîÅŸan, bütün meâli harâb,
Birer siyah uçurum gürleyen, çakan gözler;
O yıldırımların artık yerinde yeller eser!
Ölüm derinleÅŸedursun çökük ÅŸakaklarda,
DüÄŸümlü bir acı hüsran henüz dudaklarda,
Nedir düÅŸündüÄŸü, bilmem, o seyrelen sakalın;
Bir istırâb-ı mehîbin zebûnu lâkin alın.
Yanık kütüklere dönmüÅŸ, karın, kasık, el, ayak;
Yakında küllenerek hepsi târumâr olacak.

Åžu gördüÄŸüm mü nihâyet, bu leÅŸ mi âkıbetin?
Bunun mu uÄŸruna milyonla rûhu inlettin?
Åžeâmetin ne de etmiÅŸ ki cevvi istîlâ:
Hayâtın ayrı felâket, memâtın ayrı belâ!
Evet, sen eyleyemezdin sütun sütun feveran ,
BoÅŸanmasaydı o ter bîgünâh alınlardan.
Zehirli ot gibi fışkırdı heykelin, yer yer,
Sulandı çünkü ÅŸu vâdî beÅŸer kanıyla, beÅŸer!
Zemine sığmadı bir türlü, korkarım, cesedin;
Yazık ki murdarı toprak bulup da örtemedin!
Değer mi dağları tırnakla, dişle oydurarak,
İçinde bir leÅŸ için muhteÅŸem saray kurmak?
Nedir bu kokmuÅŸa dünyâda olmadık tekrîm?
Niçin nasîbi deÄŸil rûhunun, bu nâz ü naîm?
Merâmın ölmeyebilmekse, ölmemek mümkin:
Saçıp savurduÄŸun enfâs-ı ömrünün, lâkin,
Dedin de birkaçı olsun Hudâ yolunda fedâ,
Åžu mâvi kubbeye gömdün mü bir sürekli sadâ?
Ölüm saçarken o ÅŸimÅŸekli gözler âfâka,
Eğildi baktı mı toprakta can veren halka?
Åžu duygusuz yüreÄŸin susturup leâmetini ,
Yanık yüreklere sundun mu yâd-ı rahmetini?
Geçen hayât-ı sefîlin -ki hep çamur, hep kan!-
DeÅŸildi, taÅŸtı da bir gün samîm-i yâdından,
O levsi gördün, utandın, terinle oÄŸdun mu?
AÄŸarmıyorsa, nedâmet selinde boÄŸdun mu?
Hayır, hayâ denilen renk o çehreden ne uzak!
Yumuldu gitti gözün, kirpiÄŸin yaÅŸarmayarak!
Sığındı mumyaya ciyfen , yegâne ÅŸâheserin;
Fakat, sığındı mı gufrâna rûh-i derbederin?

Hayâtının deÅŸiversem birinci perdesini,
Kulaklarım duyacak çıplak etlerin sesini.
O etlerin ki alev püsküren sıcaklarda,
Tüter dururdu, inen kırbacınla kalkar da!
Yorulmak onlar için bir bilinmedik haktı,
O etlerin ki bütün hakkı parçalanmaktı!

Gözümde canlanıyor, ÅŸimdi, devr-i muhteÅŸemin;
Nasıl hayâleti kumlardan uÄŸradıysa, demin.
Fakat, nasîbini almış ki her tarafta ibâd,
Yetim iniltisi, ancak, kesilmeyen feryâd!
Ne hânümanları yıktın yıkılmadan ÅŸuraya?
Ne âÅŸiyanları ezmiÅŸti, kim bilir, ÅŸu kaya?
Dokunsam aÄŸlayacak, söylemez ki kaç kanı var,
Uzandığın çukurun, karşıdan bakan ÅŸu duvar.
Ne yüzle söyleyebilsin: Åžerîk-i hüsrânı!

Bileydim, ey koca Mısr’ın ilâh-ı üryânı!
Mezâra, heykele âid bütün bu velveleler,
Bekân için mi hakîkat? Merâmın oysa, heder:
Evet, bütün beÅŸerin hakkıdır bekâ emeli;
Fakat bu hakkı ne taştan, ne leşten istemeli!

Hasta yatağında kendisini ziyaret eden, İstiklal Marşı ile ilgili sorular soran arkadaÅŸlarına ÅŸöyle der:

“İstiklal Marşı... O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. O ÅŸiir, milletin o günkü heyecanının ifadesidir. Bin bir fecayi karşısında bunalan ruhların, ıstıraplar içinde halas dakikaları beklediÄŸi bir zamanda yazılan o marÅŸ, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O ÅŸiir bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaÅŸamak lazım. O ÅŸiir artık benim deÄŸildir. O milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.”

 

İstiklal Marşı’nı milletine hediye eden büyük ÅŸair 29 Aralık 1936 tarihinde vefat eder. Tabutu Türk Bayrağına sarılır. Hayatı boyunca taşıdığı asaletine, tevazuuna uygun, gösteriÅŸten ve ÅŸatafattan uzak bir merasimle Edirnekapı Mezarlığı’na defnedilir.

Mehmet Akif, içinde yaÅŸadığı devrin hakikatini idrak etmiÅŸ ve eserlerinde bunu ifade etmiÅŸtir. İdealist bir fikir ve sanat adamı olarak taassup, batıl inanç, cahillik, tembellik, özgüven eksikliÄŸi ve benzeri hususları ele alarak eserlerinde toplumsal meselelere eÄŸilmiÅŸtir. Hurafelere ve gericiliÄŸe karşı çıkmış, toplumun medenileÅŸmesi için büyük çaba sarf etmiÅŸtir. “Kendimi milletimin huzurunda gördüÄŸüm günden beri sanattan ziyade cemiyeti düÅŸünmek istedim” diyen Akif, Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun savaÅŸlardaki yenilgisini devletin geri kalmışlığa baÄŸlar. Milli bilincin uyandırılması suretiyle hem ilerleneceÄŸine hem de sömürgeci güçlerin tasallutundan kurtulunabileceÄŸine inanmıştır. Bu inanç ile Akif, eserlerini sanat için deÄŸil toplumun iyileÅŸmesi için bir araç olarak vücuda getirmiÅŸtir. Mehmet Akif, ÅŸiirlerini, yazılarını, vaazlarını ve İstiklal Marşı’nı Hakk, hak, ezan, hürriyet, ÅŸehadet gibi Kur’an’a ait kavramlar ve deÄŸerlerle tanzim etmiÅŸtir. Åžair, Milli Mücadele döneminde Anadolu’yu neredeyse ÅŸehir ÅŸehir gezerek verdiÄŸi vaazlarıyla halkı irÅŸat etmiÅŸ, ÅŸiirler yazmış halkın Milli Mücadele’ye katılımını ve desteÄŸini güçlendirmiÅŸtir. Bu yönüyle Mehmet Akif Milli Mücadelemizin ve zaferin manevi mimarlarından biridir. Mehmet Akif, Türk milletine mal ettiÄŸi İstiklal Marşı’nı ünlü eseri Safahat’a dahi dâhil etmemiÅŸtir. Adeta, büyük ÅŸairin bu asil tavrına uygun kabul edilebilecek 2010/1126 sayılı kanunla95, İstiklal Marşı’nın 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunan mali haklara konu edilemeyeceÄŸi hüküm altına alınmıştır. Bu kanuna göre, hiçbir gerçek ya da tüzel kiÅŸi, kurum, kuruluÅŸ veya birlik İstiklal Marşı’nın çoÄŸaltılması, yayılması, temsili, ses veya görüntü nakline iletimi karşılığında bedel talep edemeyecektir. 4 Mayıs 2007 tarihli, 5649 sayılı baÅŸka bir kanunla da her yıl İstiklal Marşı’nın kabul edildiÄŸi gün olan 12 Mart, Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü olarak kabul edilmiÅŸtir. Kanunla, bütün kamu kurum ve kuruluÅŸlarının öncülüÄŸünde, halkımızın ve sivil kuruluÅŸların iÅŸtiraki ile anma törenleri düzenlenmektedir. Hakikatte, büyük ÅŸairin ve arkadaÅŸlarının, vatan topraklarının düÅŸman iÅŸgalinden kurtulması için verdikleri mücadeleyi, bu uÄŸurda canlarından ve mallarından yaptıkları fedakârlıkları hatırlamak, o büyük insanlardan ziyade gelecek nesillerin istifadesi içindir.

 

Sebil’ür ReÅŸ’at dergisinin baÅŸmuhabiri EÅŸraf Edib, Mehmet Akif’le ilgili:

- Üstad ilk defa Bayramiç' de mukabele okumuÅŸ. Kur'an'dan okuyacağı sahifeyi orada ezberler, sonra okurmuÅŸ. Bayramiç' de bir köprü varmış. Oradan aÅŸağı atlarmış. Bir atlar, bir daha atlar, bir daha atlarmış. Çok fa'almiÅŸ. O zaman ÅŸalvar giyermiÅŸ. Üstad bunları kendisi anlatır, Bayramiç' den çok bahsederdi. Tahin helvasına da orada alışmış.”


ÇANAKKALE ÅžEHİTLERİNE 

Åžu boÄŸaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eÅŸi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beÅŸi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayâsızca tehaÅŸÅŸüd ki ufuklar kapalı!
Nerde - gösterdiÄŸi vahÅŸetle " bu : bir Avrupalı "
Dedirir - yırtıcı his yoksulu, sırtlan kümesi.
Varsa gelmiÅŸ , açılıp mahbesi, yâhut kafesi!

Eski dünyâ, yeni dünyâ, bütün akvâm-ı beÅŸer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahÅŸer mahÅŸer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşısın da,
Avustralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada,

Çehreler baÅŸka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: VahÅŸetler denk.
Kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ’una da züldür bu rezîl istîla!

Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyle, sefil,
Kustu mehmetçiÄŸin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.

Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz...
Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab
Öyle müthiÅŸ ki: eder her biri bir mülk-ü harab.

Öteden saikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı
Bomba ÅŸimÅŸekleri beyninden inip her siperin
Sönüyor göÄŸsünün üstünde o arslan neferin

Yerin altında cehennem gibi binlerce lâÄŸam
Atılan her lâÄŸamın Yaktığı: yüzlerce adam
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müthiÅŸ tipidir: savrulur enkâz-ı beÅŸer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
BoÅŸanır sırtlara, vâdilere, saÄŸnak saÄŸnak.
Saçıyor zırha bürünmüÅŸ de o namert eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuÅŸ da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre
Top tüfekden daha sık gülle yaÄŸan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki, bu, tehdîde güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı, göÄŸsündeki, kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâÅŸâ,edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i îlahi o metîn istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
BeÅŸerin azmini tevkîf edemez sun’-i beÅŸer;
Bu göÄŸüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
"O benim sun’-i bedi’im, onu çiÄŸnetme" dedi.

Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiÅŸ gerçek:
İşte çiÄŸnetmedi nâmûsunu, çiÄŸnetmeyecek.
Åžühedâ gövdesi, bir baksana, daÄŸlar, taÅŸlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eÄŸilmez baÅŸlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uÄŸruna, yâ Rap, ne güneÅŸler batıyor!
Ey, bu topraklar için topraÄŸa düÅŸmüÅŸ, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı deÄŸer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i...
Bedr’in aslanları gibi ÅŸanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiÄŸin edvâra da yetmez o kitâp...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâbe’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyla,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyla;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;

Sen bu âvîzenin altında, bürünmüÅŸ kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsen yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen maÄŸribi, akÅŸamları sarsam yarana...

Yine, bir ÅŸey yapabildim diyemem hâtırana
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Åžarkın en sevgili sultânı, selâhaddîn’i,
Kılıç arslan gibi iclâline ettin hayran...

Sen ki islam’ı kuÅŸatmış, boÄŸuyorken hüsran,
O demir çenberi ÄŸöÄŸsünde kırıp parçaladın;
Sen ki rûhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taÅŸacaksın...Heyhât,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey ÅŸehît oÄŸlu ÅŸehît, isteme benden makber,
Sana aÄŸûÅŸunu açmış duruyor peygamber.

KAYNAKÇA
Akay, Hasan. “İstiklâl Marşı İstikbâl Marşı 41 Dize 41 Yorum.” İstiklâl Marşı’nın Kabulünün 90. Yıldönümü Dolayısıyla. İstanbul: Hat Yayınevi, 2010.
AktaÅŸ, Åžerif. Büyük Türk Klasikleri c. 10. İstanbul: Ötüken Yayınları, 1990.
Alev, Kadriye. “İstiklal Marşı’nın Kültürel Kodları ve Metinlerarası İliÅŸkiler.” FSM
İlmi Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi 3(2014): 14-15.
AltınbaÅŸ, Nihan. Milli Mücadele’de Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı . TBMM Basımevi - Mart 2015
Altun, Mehmet. Özgürlük Notaları: Milli Marşın Öyküsü. İstanbul: Tekfen Vakfı Yay., 2008.
Anadol, Cemal. Tarihe Hükmeden Millet Türkler. İstanbul: Bilge Yayınları, 2006.
Antep, Ersin. “Osman Zeki Üngör ve Musiki İnkılabı.” Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, 2009.
Aracı, Emre. Donizetti PaÅŸa Osmanlı Sarayının İtalyan Maestrosu. İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, 2006.
Arslan, Tekin. Edebiyatımızda İsimler ve Terimler. İstanbul: Ötüken Yayınları, 1995.
Arslan, Turan. “Mehmet Akif ve Milli Mücadele de Birlik ve BeraberliÄŸi SaÄŸlamaya Dönük Faaliyetleri.” Yükseklisans Tezi, Gaziantep Üniversitesi, 2010.
AyvazoÄŸlu, BeÅŸir. İstiklal Marşı ve Tarihi Manası. İstanbul: Tercüman Yay., 1986.
Banarlı, Nihat Sami. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi II. İstanbul: Milli EÄŸitim Basımevi, 1997.
Çantay, Hasan Basri. Akifname. İstanbul: Erguvan Yayınevi, 2008.
Çelik, Recep. Milli Mücadele’de Din Adamları, İstanbul: Emre Yay., 1999.
Çoker, Fahri. Türk Parlamento Tarihi c.1 Milli Mücadele ve TBMM 1. Dönem 1919-1923. Ankara: TBMM Vakfı Yayınları.
Doğan, Mehmet. Camideki Şair Mehmet Akif. İstanbul: Nehir Yay, 1989.
Duman, Hasan. Mehmet Akif ve Bir Mecmuanın Anatomisi. Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1986.
DüzdaÄŸ, ErtuÄŸrul. “Mehmet Akif Ersoy,” Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.28, 436.
DüzdaÄŸ, ErtuÄŸrul. Mehmet Akif Hakkında AraÅŸtırmalar, c.1. İstanbul: Marmara Üniversitesi. İlahiyat Fak. Vakfı Yay., 2006.
DüzdaÄŸ, ErtuÄŸrul. Mehmet Aktif Ersoy. Ankara: TTK, 1988.
Ersoy, Mehmet Akif. Safahat. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yay., 2001.
Fergan, EÅŸref Edip. Mehmet Akif’in Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları.
İstanbul: Asarı İlmiye Kütüphanesi, 1938.
Eyck, F. Gunther. The Voice of Nations: European National Anthems and Their Authors. London: Greenwood Press, 1995.
Tansel, Fevziye Abdullah. Mehmet Akif’in Hayatı ve Eserleri. İstanbul:Kanaat Kitapevi, 1945.
Gazimihal, Mahmut Ragıp. Türk Askeri Muzikaları Tarihi, İstanbul: Maarif Basımevi, 1955.
Gültekin, Mehmet Asım. “Mehmet Akif İçin Bir Biyogra.” Yedi İklim 117-118 Aralık (1999): 98-100.
HanioÄŸlu, Åžükrü. Brief History of the Late Ottoman Empire. Princeton NJ: Princeton University Press, 2010.
Kabaklı, Ahmet. Türk Edebiyatı III. İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yay., 2006.
Karabekir, Kazım. İstiklal Harbimiz. İstanbul: Yüce Yay., 1990.
Karadeniz, Abdurrahim. Mehmet Akif’in DüÅŸünsel Öncüleri ve Gelenek Algısı. İstanbul: Hece Yay., 2008.
Kocakaplan, İsa. İstiklal Marşımız ve Mehmet Akif Ersoy. İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yay., 2007.
Kaplan, Mehmet. Åžiir Tahlilleri Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kadar. İstanbul: Yeni Mecmua Yay., 1948.
Kuntay, Mithat Cemal. Mehmet Akif Hayatı-Sanatı-Seciyesi Seçme Åžiirleri. İstanbul: Yeni Mecmua Yayını, 1948.
NalbantoÄŸlu, Muhittin. Mehmet Akif ve İstiklal Marşı. İstanbul: Zümrüt Yay., 1986.
Okay, Orhan. Bir Karakter Heykelin Anatomisi Mehmet Akif. Ankara: AkçaÄŸ Yayınları, 1998.
Önder, Mehmet. “İstiklal Savaşı Belgeleri.” Türk Edebiyatı 158 (1986): 34-41.
Öztürkmen, Neriman Malkoç. Mehmet Akif ve Dünyası. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1990.
Resim tasnif ve restorasyonu Emre DoÄŸan / Çanakkale İnternet Medya 2017.
Sarıhan, Zeki. Vatan Türküsü İstiklal Marşı, Tarihi ve Anlamı. Ankara: Özyurt Matbaa, 2002.
Scholes, Percy Alfred. God Save the Queen!: The History and Romance of the World’s First National Anthem. Oxford University Press, 1954.
Stoddart, Philiph. Teşkilat-ı Mahsusa. İstanbul: Arba Yay., 1993.
Tanaçar, Åžükran. Mehmet Akif’ten Bir Demet. İstanbul: Yörük Matbaası, 1970.
UluÄŸ, NaÅŸit Hakkı. Siyasi Yönleriyle KurtuluÅŸ Savaşı. İstanbul: Milliyet Yay., 1973.
Yener, Serhat, Duran, Hakan. “Avrupa BirliÄŸi Ülkelerinin Ulusal MarÅŸlarının SosyoKültürel ve Müzikal Açıdan İncelenmesi”.
Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi 24 (2010): 185-206.
YeÅŸilay, Mustafa. “Milli Mücadele Yıllarında Çankırı.” Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, 2000.
Yıldırım, Tahsin. Milli Mücadele’de Mehmet Akif. İstanbul: Selis Kitaplar, 2007.
M. Rüyan Soydan Beyefendiye katkılarından dolayı teÅŸekkür ederiz.
 
Bayramiç Belediyesi BaÅŸkalığı Kültür ve Tanıtım Hizmetidir. Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilerek kulanıma açıktır.